“`html
Rusya-Ukrayna ve Filistin-Suriye üzerindeki çatışmalar, zamanlama bakımından tesadüfi olarak birbirine denk gelseler de, aslında çok daha derin bir bağın ürünüdür. Gün geçtikçe yaşanan sıcak olaylar, bu ilişkiyi daha belirgin hale getiriyor.
İsrail ve Rusya arasındaki derin ilişkilerin
bu karmaşık bağları güçlendirdiğini düşünüyorum.
Rusya ile İsrail tarihsel bağlara sahip. Bu perspektiften bakıldığında, Rusya’daki Yahudi nüfusunun kökleri, bin beş yüz yıl öncesine kadar uzanır. Bu durum aynı zamanda bir düşmanlık tarihini de beraberinde getirir. Ortodoks toplulukları tarafından Yahudilere karşı yoğun bir nefret 19. yüzyılda zirveye ulaştı ve pek çok pogroma yol açtı. 1881-1882 yıllarındaki pogromlar, tarihte büyük acılarla anılmaktadır. Ancak
antisemitizm, Hitler ve Nazizm döneminde, Avrupa’daki ve Rusya’daki nefret ortamını daha da derinleştirerek korkunç boyutlara ulaştı.
Bolşevik Rusya, Nazizme karşı tarihi bir bedel ödedi ve bu sayede antisemitzmin tarihinin büyük bir kısmını görünmez kılmayı başardı.
Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ile İsrail arasındaki ilişkiler pek çiçek açmazdı. Sovyetler, İsrail’e karşı BAAS rejimlerini ve Filistin direnişini destekleyerek o zamanlar bu durumu pekiştirdi. Ancak, bu durumun dini sebeplerden ziyade, Sovyetlerin reelpolitik ve ideolojik tercihlerine dayandığı görülüyor. Bu nedenle İsrail, bu durumu çok da bağışlanmaz bir karşıtlık olarak değerlendirmedi. Sonuç olarak, ABD’nin İsrail’i desteklemesi, Sovyetlerin Arap devletlerini desteklemesini de doğal hale getiriyordu.
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte
Rusya’dan İsrail’e göç dalgası büyük ölçekte yaşandı.
Bu göçler, iki toplum arasında güçlü ekonomik ve kültürel bağların oluşmasına olanak sağladı. Kıbrıs’ın jeopolitik konumu, bu ilişkilerin bir buluşma noktasıdır ve bu bağların göz ardı edilmesi oldukça yanlış olur. Rusya ve İsrail’in Kıbrıs ile olan ilişkilerine dikkat etmek gerekmektedir.
Rusya-Ukrayna savaşı, sadece Rusya’nın yayılmaca hedefleri olarak değerlendirilmemelidir; bu durum, Anglo-Amerikan blok tarafından kurgulandı ve tetiklendi. Tarih bilgisi olan herkes, Ukrayna’nın stratejik olarak Rusya için zayıf bir nokta olduğunu bilir.
Rusya, bu savaşa fütuhat niyetiyle başlamadı.
NATO destekli Anglo-Amerikan güçlerinin arkasında olduğunu biliyordu. Bu savaş, uzun yıllardır Rusya’nın Avrupa üzerinde kaybettiği hakimiyetin bir başka tezahürüydü. Ancak savaşın başlaması dışında bir seçeneği kalmamıştı. Bu değerlendirilmeler, Rusya’yı haklı çıkarmak amacıyla yapılmamıştır; Ukrayna’daki militarist kadrolar da kesinlikle sorumsuz davranmaktadır.
Anglo-Amerikan güçleri, Çin’in sınırlı destek verebileceğini hesaba katmıştı. Destek beklentileri biraz yüksekmiş gibi görünse de, gerçek anlamda etkili değildi. Önemli bir unsur ise
Hindistan’ın pozisyonuydu.
Hindistan, eski sömürgesi olan İngiltere’nin, bu durumda Rusya’yı yalnız bırakmayacağını düşünmüştü. Ancak bu böyle olmadı; Hindistan Rusya’nın yanında yer aldı. Ayrıca
ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi
çok ciddi bir hata oldu ve bu durum, Anglo-Amerikan koalisyonunun çatırdaması sonucunu doğurdu. İngilizler, ABD’nin bu kararı üzerine büyük bir hayal kırıklığı yaşamış olabilir.
Diğer yandan, Gazze’deki savaş
Levant kıyılarının tamamen İsrail’in kontrolüne geçmesini
amaçlıydı.
Hayfa’nın
potansiyel rakiplerinin ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bu rakipler, ya Beirut gibi tamamen yok edilmeli ya da Gazze gibi İsrail kontrolüne alınmalıydı. Hayfa’ya tehdit oluşturabilecek başka bir kent ise
Lazkiye
idi. Burada ise ilginç bir şekilde, Rusya ve İran, İsrail’in karşısında duruyordu. Kritik bir gelişme, Suriye’de İran ile işbirliği yapan Rusya’nın, İsrail’in Esad ve yanındaki İran güçlerine yönelik saldırılarına göz yummasıydı. Buna karşın İsrail, Rusya-Ukrayna savaşında tarafsız kalmayı tercih etti.
Son gelişmeler, İran’ın Akdeniz’den çekilmesine neden oldu. Ancak Rusya, kısa bir duraksamadan sonra yeniden sahneye döndü. Bu durum, Levant ve Doğu Akdeniz’de sıkı bir İsrail-Rusya ittifakını işaret ediyor.
Trump, Avrupa’yı terk ederek ve NATO’yu devre dışı bırakarak ABD’yi Rusya’ya yakınlaştırdı. Bu, artık
neosiyocon
kadrolar tarafından yönetilen ABD’nin, İsrail-Rusya birliğine katılması anlamına geliyor. Bu kümenin içinde yer alan diğer bir büyük güç ise
Mumbai-Hayfa hattından başka bir şey düşünmeyen
Hindistan’dır. Bu hattın ne derece İslam ve Müslüman düşmanı bir yaklaşım sergilediğini akıllardan çıkarmamak gerekir.
Bir diğer önemli güç ise, Avrupa ile birlikte sahneye çıkan Çin. Şi Jinping’in Moskova ziyareti esnasında Putin ile yaptığı konuşma, onların yeni bir dünya kurma kararlılığını göstermekteydi. Ancak günümüzde böyle bir diyalogun mümkün olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur. Çin, Rusya ile olan ilişkilerinin, Hindistan-Rusya ilişkilerinin çok gerisinde olduğunun farkındaydı. Çin liderleri üzgün görünseler de, ağlamadıkları kesin.
Bir diğer belirsiz güç olan İran ise, ABD ve İsrail’in olası saldırılarından korunmak için Rusya ve Hindistan ile işbirliği yapma çabası içerisindedir. Zamanla görünecek.
Avrupa ve İngiltere’nin aşırı sağın yükselişini önleyememesi durumunda,
ömrü on yıl kadar kısalacak.
Avrupa’nın çıkışı, kendisi gibi sorunlarla boğuşan Çin ile farklı bir lig oluşturmak olacaktır. Bu konuda bazı öncü söylemler şimdiden duyulmaya başlıyor. Bunun nasıl gerçekleşeceğini bilmiyorum; ancak dünya, özellikle Avrupa devletlerinin, Trump’ın aşırılıklarını dengelemek için başka bir şansa sahip olmadığını düşünüyorum.
Türkiye, şu an oldukça ustaca her iki aşağıda bir yer edinmeyi başarmış durumda ve hiçbiri diğerinin yerine geçmiyor. Bu, dünya dengesinin doğal olarak hâkim olduğu bir dönemde geçerli olabilir. Ancak dengek yaklaşımları, dengenin kurulduğu bir ortamda belirleyici bir tavır gerektirecektir. Zor, belirsiz ve kritik bir süreçten geçtiğimiz kesin.
“`
More Stories
Sivas’ta Evlilik ve Boşanma İstatistikleri
EPDK Başkanı Yılmaz: Villada, yalıda oturanın elektriğini neden devlet sübvanse etsin?
Yavaş dile getirdi, iktidar geri adım attı: Sağlıkta katılım payı ücreti düşürüldü!